Ayla Algan: “Tiyatro, Ucuza Gelen Psikiyatridir.”

Nasıl bir ailede büyüdünüz? Sanat, yetiştiğiniz ortamın neresinde duruyordu?

Bizim zamanımızda İstanbul’da biz Türkler azınlıktık. Tabii bir savaş geçirmiştik. Gayrimüslimlerin çoğunun parası İsviçre bankalarındaydı dolayısıyla, onlar o savaş döneminin zorluklarını çekmediler. Çok küçük olmama rağmen Cumhuriyetin kurulduğu dönemleri hatırlıyorum da, biz o ekmek kuyruklarını, parasızlığı, eksikliği çekmek zorunda kaldık. Ancak buna rağmen hiç kimsenin bu konuda bir şikâyeti yoktu. Bir tek ben küçük olduğum için annem herkesin payına düşen yemekten biraz daha fazla ayırırdı bana. Bende kendimi suçlu hissederdim, başkası yemek istiyorsa yesin derdim. Ailem Girit göçmeniydi evde yarı Türkçe yarı Giritçe konuşulurdu ama herkes Müslümandı.  Çocukluğumu anlatmıyorum sana, içimdeki çocuğu anlatıyorum.

Annem çalışan bir kadındı, Mimar Sinan Üniversitesi resim bölümünü bitirdi. Sadece resim değil çok güzel heykeller de yapardı. Dayım keman çalardı, teyzem piyano çalardı. Bizim evimizde de dedem piyano çalardı, bende piyano ve bale dersi alırdım. Onlar çalar ben dilerdim ama bir süre sonra bende çalmaya başladım. Evimiz adeta bir sanat okulu gibiydi. Annem de sanki beni çocukluk yıllarımdan tiyatroya hazırlar gibiydi ama benim tiyatroda hiç gözüm yoktu. Şarkı söylemek, dans etmek daha çok ilgimi çekiyordu. Ben evlendikten sonra eşim sayesinde tiyatroyla ilgilenmeye başladım.

Kitabın Ortası Dergisi